9 Şubat 2013 Cumartesi

business class ile yolculuk

perşembe izmir'e gidip cuma döndüm iş için. katıldığım organizasyonun çapının büyüklüğünden ve beraber olduğum insanlardan ötürü benim biletim de gidiş dönüş business class kesildi. ilk kez business class yolculuk yapacaktım, hiçbir şey ifade etmemesinin yanında konuya dair aklımda olan tek bilgi cem yılmaz'ın konuyla ilgili esprileriydi.


ilkokuldaki önlük misali herkesin takım elbiseli olduğu bir güruhun içerisine yeşil pantolon ve kulağımda devasa kulaklıklarla girerek "kim lan bu erol egemen" algısı yarattım, çok da hoşuma gitti. istanbul'a dair hobilerinin başında cihangir merdivenlerinde tuborg gold içmek olan bir adamı, hoşgeldiniz beyefendi diye altın tepside tropik meyvelerin sulu halleriyle karşılayınca atla kelebek arasındaki ilişkiyi daha iyi anladım. yanımda oturan tanımadığım kadının bu tepside sunulan sıvılara "kivi suyu yok mu" diye cevap vermesiyle ayıldım. yine de iyi niyetimle "demek kivi suyunu her daim tüketiyor ki o yüzden burada da istedi" diye düşündüm içimden.

bir ara business class neden ve nasıl ortaya çıkmıştır diye düşündüm, cevap belli. sikko bir alter egonun goygoyundan başka birşey olamaz.

en can alıcı nokta ise hostesler. hizmet sektörü zor iş. ben de hizmet sektöründe sayılırım ama bizim işte en azından matematik var. yirmi tane kravatlı adam ve fönlü kadının etrafında dolanan on kişi olmaz zor iş. hava yolları şirketinin internet sitesinde "vizyonumuz yolcularımıza güler yüzlü, samimi hizmet etmek" yazıyor diye hostesler kırmızı kırmızı gülümsüyorlar. ekonomi sınıfında kalkış sırasında kulağındaki ipod'u işaret ederek "o aleti kapatır mısınız" diye azar kayan hostes, business class'ta güler yüzle sana dinlediğin şarkıyı sorup sonrasında kalkış sürecini açıklayıp, ipod'u kapatman için rica ediyor. cam açılsa ipod'u atacağım uçaktan dışarı, utanıyorum hostesin nezaketinden.

bir kahvaltı geliyor hem menemen ve su böreğiyle lokalizasyonu sağlıyorlar hem de yanında verdikleri greyfurt, kivi ve tadını bilmediğim bir meyveyle daha sağlık, doğallık temasını vurguluyorlar. pazarlama goygoyuyla tabir edersek "mükemmel bir glocalization örneği".

tabi herşey o kadar yapmacık ki. hiç izlemedim ama aşk-ı memnu dizisini izler gibi hissediyorum kendimi. bütün hosteslerin de mustafa sarıgülvari davrandığını farkediyorum. samimiyetsiz, yavan, yalan bir gülüşle hizmet ediyorlar.

gidiş yolcuğu bu şekilde devam edip sona eriyor.
cuma sabah ondaki dönüş uçağı yarım saat rötar yapıyor. uçağa binince hostesler o kadar özür diliyor ki zannedersin onlar bir salaklık yaptı. yine aynı tepside turunculu, yeşilli, sarılı sıvılar sunuluyor ben yerime oturduktan sonra. önceki gün sunum güzel geçmiş, keyfim yerinde. artık gerçek yüzümü göstermem gerekiyor. diyalog aynen şöyle gelişiyor.

- rakı var mı?
- rakı mı dediniz efendim?
- hee, rakı yok mu sizde?
- bir bakayım efendim, hemen geliyorum.
....
- efendim kusura bakmayın ama rakı servis edilemiyor sabah servislerimizde.
- haa, siz rakıyı hava kararınca içersiniz tabi sadece. o zaman viski vardır kesin, sen bana bir kadeh viski ver.
- emredersiniz efendim.
- tek buzlu olsun.

viski geliyor tabi.
bütün ekonomi teorilerine karşı yaşasın halkların kardeşliği!