19 Ekim 2010 Salı

Güruh


Cam bir fanusun içinde gibiyim. Otuz kadar kişiyiz fanusun içerisinde yaşam mücadelesi veren. En güzelinden yemeğimiz veriliyor, içkiler ayağımıza geliyor, bir parmak şıklatmak yeterli. Rica, minnet yok. Teşekkür etmek ise asalet simgesi olarak yasaklanmış bir sözcük.

Önceki günden kalan bir saatlik session; türkçe anlamları yerine daha bir güzel gözüktüğü için ingilizce karşılıklarıyla replace edilirken, benim için sessiz kalışlarla akıyor ve içinde bulunduğum tek tipleştirme seansının ne kadar ağır olduğunu fark ediyorum. Asla sorgulanamayacak, hayır denemeyecek bir tanrı. İbadet olarak kurban kesmek yerine her gün yüz yüze baktığın insanların ayağını kaydırmak var. Arkadan konuşmak ve bildiğini susmak ise namaz kılmak ve zekat vermek yerine geçiyor bu imanın şartlarında. Günde beş kişinin arkasından konuşmak. Sabah, öğle, ikindi, çıkış, yatmadan önce... Ayakta kalan kazanır. Gerçek dünyadan ne kadar kopabilirsen, kendini ne kadar satabilirsen bu cam fanus içerisinde o kadar uzun yaşarsın. Perdeler kapandığında ise ibadete devam etmek zorundasın. Asla durmak yok. Hep daha ileriye. Yaşamak için. Güruhun içerisinde yabancı kalmamak için. Herkese özenle biçilmiş, belirli zamanlarda tamamlanması gereken, belirsiz roller. Sonunda alkış yok, yasaklanmış teşekkür de. Kuru bir tebessüm. Sen çıkınca geride kalanların ibadetlerine devam etmesi için gürültüsüz olmalı. Belki de en gerçeği o an.