23 Ekim 2009 Cuma

dust of time



34 tane biletim olan film ekimi'nin son üç gününde şahsen iki bileti kullanabildim. festival haftası taşınınca böyle oluyor. valide sultan'la filmekimi'ne gitmek de ayrı bir histi. önce emek sinemasının tavanını inceledi, sonra havasızlıktan boğuldu, 21:45 seansının getirdiği uyku katsayısıyla da esnemeleri sessiz salona renk kattı. dust of time kürk mantolu madonna çakması bir filmdi. hani kitaptan esinlenip, kitaba baglı kalmadan senaryosu yazılıp, çekilen filmler vardır, onun gibiydi. yıllarca unutulmayan kareler sahnelendi.

sekizinci senesine girilen istanbul yaşam diliminde büyük, küçük değişiklikler oldu. ilk iki sene canım, dostum deyip geçiş sürecinde doyasıya konuştuğum insanların bazılarını şimdi yolda görsem tanımam. karşı cinsle ilişkilerde de benzer durum söz konusu. özetle, kendi resmi resmiyle barışık, küs eskisiyle ve eski sevgililerin hepsiyle bir durum söz konusu. zaman geçtikçe insanları tanıyorsun. erken güven duygusuyla yaklaşmak kimi zaman seni yenik duruma düşürüyor. karşı taraf da magdur olmuyor degil. iki tarafın da kazandığı bir oyun ne yazıkki henüz bulunamadığı için atan galip, yiyen maglup stratejisi ile maça başlamak her zaman saglıklı. aksi halde kazananın adı tarih sayfalarında altın harflerle kazınıyor.

dust of time da böyle bir filmdi.
kaybedenle kazananın aynı kareye sığdığı, sonunda ikisinin de hayatta kalarak ve unutmayarak kazanan ilan edildiği bir film. bana kalırsa ikisi de kaybetti. ömrün boyunca sevdiğin bir kadının yanında sadece figuran olabilmek. ya da hayatı paylaştığın kadının sol atardamarlarından pompalanan kanın başka biri için vücudunda dolaştığını bilmek. ne kadar saçma, ne kadar küçük düşürücü. bir kalbi ikiye bölmek, bölebilmek... bunun üzerine hayat kurmak... hadi canım sen de, kimi yiyorsunuz.

yönetmen Theo Angelopoulos'un filmi çekerkenki hisleri hakkında bir cümle ile bitiriyorum yazıyı. çok net.
and my every attempt is a wholly new start and a kind of failure because we only learn when we no longer have to express ourselves. And so each new venture is a new beginning in the general mess of imprecision of feeling. Undisciplined squads of emotion. A raid on the inarticulate.
To recover what has been lost, and found, and lost again. To recover…
In my end is my beginning.

13 Ekim 2009 Salı

tıssss



bu ne biçim hayat böyle. yeter, yeter diye haykırmak istiyorum. bu tempoya bir dur demek lazım. pazar, pazartesi gecesi patlayan adamdan ne kadar hayır gelir. yorumda bulunmak için yeterli bir sebep. tüm yazın yorgunluğu var. bir yanım da artçı hoşnutluklar yaşamıyor değil bu durumdan.

advil hayat kurtarır, hiç ilaç içmem ama. iyi ki dogdun advil.

nowadays #7

sustugumuz gunler oldu. yutkunurken, bogazimiza dugumlenen cumleler.. kimseler kirilmasin diye saklanan cumleler. gecmise dair haksizliklarin, gelecege yonelik ic cekislerin envanterini kendi icimizde tutup da cok sustuk.

biz diye bir kavram vardi eskiden.
biz demek uc, bilemedin bes kisiden ibaretti. onlarin asla degismeyecegini dusunurdum. hayatin ruzgari hangi yonden eserse essin egilmeyiz sandim. yanilmisim. suyun dibine inip de deniz kabuklarina dokunamadan bogulduk biz. halbuki denizin dibinden buldugum kabugu, suyun uzerine cikardigimda karsimda tuzdan kizarmis gulumseyen bir cift goz gormek istiyordum ben. dedim ya, bogulduk biz.

dalgalanmak istemedigi icin dil, titresim yaratmak istemedigi icin... sustuk biz. beynin sorumluluk duygusuna yenik dustuk, cok isterdik dilin kemigi olmasin, sozun muhasebesi tutulmasin... sustuk biz. daha fazla calamadigimiz icin hayattan, daha fazla cirpamadigimiz icin dunyayi...

8 Ekim 2009 Perşembe

kelimeler

boylece, aslinda hicbir zaman hicbir yere gidilmiyor da, yalnizca gidilmis gibi olunuyor. ancak kelimelerle gidiliyor ya da kalinacaksa kelimelerle kaliniyor, kelimelerle yasaniyor, kelimelerle gulunuyor, kelimelerle aglaniyor ve sonunda gene kelimelerle kos kos geri donuluyor ama ben merdiven basamaklarini kendi ayaklarimla indim bu gece, kapiya kendi ayaklarimla ciktim, sehri kendi gozlerimle gordum, derken bir taksiye bindim ve tipki kendim gibi dogruca o serserileri, ayyaslari ve uckagitcilari bulabilecegim yerlere gittim...

zaman

yolun zorunu yurumustum ben tanistigimiz zaman
sen dalgalanmaktaydin elvan elvan
o yuzden tam olarak hissedemediysen icimi
hala kulagimda cinliyor alayci kahkahan...

1 Ekim 2009 Perşembe

wake up, september ended


agustos sonundaki çeşme tatilimin sebebi eylül için enerji toplamaktı. klasik bir çeşme tatili sonunda istanbul uçağında damarlarımda birbirinden farklı ismi olan, alkol oranı yüksek, beş tip beyaz sıvı akıyordu. kolası ayrı. yorgun dönüyordum. o pazartesi işe geldiğimde çaldığım ilk şarkı green day'den wake me up when september ends'ti. social media engagement'ı yaşıyoruz ya, hemen facebook'ta status'e de çakmıştım. eylül'ü geride bırakıp, ekim'i ofiste karşılamamın nedeni bütün eylül uyuyup şarkının hakkını vermek istediğimden ekim başında uyandığımdan değil. eylül'den yorgun çıkıyorum. ekim'e kadar değil derken, ekim de geldi.
hoşgeldin ekim:)