29 Nisan 2009 Çarşamba

now - a - day



strange infatuation seems to grace the evening tide
such imagination seems to help the feeling slide
instant correlation sucks and breeds a pack of lies
oversaturation curls the skin and tans the hide
i'll take all by your side

i'm unclean, a libertine
and every time you vent your spleen
i seem to lose the power of speech
your slipping slowly from my reach
you grow me like an evergreen
you never see the lonely me at all

26 Nisan 2009 Pazar

off to istanbul

gectigimiz carsambayi dusunuyorum.
co-pack'ler, roll-on'lar, valu share'ler, volume share'ler, penetrasyonlar.. marketing goygoy'lari. isteksizlik tum bedenini sarsa da maskeyi takmak zorundasin egolar savasinin yasandigi plazalar gezegeninde. ben de oyle yaptim ve saatlerin erimesi icin tum zeka piriltilarimi suslu cumlelerle masaya doktum, aksamina yasayacagim huzurlu bir yemegin ve ertesi sabah izmire gidecegimin hayalini kurdum.

ne o yemegi yiyebildim, ne de izmire sabah gidebildim.
zaten misafir umdugunu degil buldugunu yermis.

klasik bir ogan caylayik ornegi. bir kez daha kacirilan sabah 7 ucagi.
bu dorduncu oldu. ogan caylayik took what is your favorite hobby quiz and the result is missing flights.



havastan indikten sonra basladi hikaye;
karsiyaka'min kaldirimlari hosgeldin muhtesem dediler, parcali bulutlar ardinda saklanan gunesin onlari isitmamasindan duyduklari sikinitiyi dile getirmeyi ihmal etmeyerek, bak ipneye dedim benim cantada sadece bi tane uzun kollu var.

sultanla sessiz baslayan bir kahvaltidan sonra solugu ablasinda aldim. hayatta kalan son gunlerini bekliyor gittigim o evdekiler. beklerken de kalan gunleri birbirlerine zindan etmekten cekinmiyorlar, son elli senenin duygusal envanterinin hesabini goruyorlar buyuk defterde. o defterlerde isim yok benim.

kendi dunyama dondum carsamba aksamiyla birlikte.
izmirde aradigim, istanbulda kactigim hayati solumaya koyuldum, isin kotu yani hala kulagimda untitled playlist'indeki uc sarki caliyordu ve ben bunlari istanbulda'da dinliyordum. duzensizlik icinde bir duzen.

izmir havasini persembe aksamiyla hissettirmeye basladi valide sultanla raki sofrasina oturmamizla birlikte bostanli'da. sessiz baslayan gunduzun sonunda bu kez ayni cikmaza, tartismaya girmeden rakilarimizdan tatli tatli son yudumlarimizi aliyorduk. atif abi tesekkur etti bizleri agirladigi icin, eyvallah babacim dedim bana verdigi son dubleye cok icten bir sekilde tesekkurlerimi iletmek icin.
sonrasi pokere donduk. o masada gec baslayan poker kariyerimi birakmistim, bundan sonra masalar bizim.

cumasini, cumartesisini detayli anlatmaya gerek yok. manisa yolunda ciceklikoy'de raki, uzerine bostanli, ertesi gun tepekahve'de kahvalti, yildizburnu'nda bira ve uzerine alacati diyecegim, okuyanlarin kufurlerini duymaya ihtiyacim yok.

ama cumartesi aksami bostanli'da avni'yle parkta bira cigdem diyecegim ustune basa basa. yillar sonra, sanki her cumartesi aksamini eglenmek, disari cikmak zorundaymisim gibi yasamadan, izmirde yasarken hatirladigim son cumartesilerde oldugu gibi sanki ertesi gun dersane varmis da erken yatmak, cok icmemek gerekiyormus gibi yasadim. 200 gram cigdem ve birer birayla iki saat gecirip, hayata, hayallere, icinde bulundugumuz durumlara dair kafa yorup, dinlendik. dinlenirken laf lafi acti, yorulduk. cozemedigimiz problemlerin cevaplarina yanit anahtarindan hicbir zaman bakmadigimiz icin, bilemediklerimizi bos birakmaya karar verdik. uc yanlis bir dogruyu goturdugunden degil, gordugumuz her yanlis bizden birseyler goturdugunden.


bu guzelim dort gunun sonunda hediyeyi haketmistim.
uc sene once hayatimdan cok sey goturen kekeme sakaryalilardan ocumuzu aldik. bir topluluk nasil tanga diyemez ve ta-tanga diyip kendi tribunune bu ismi koyabilir.
ayrilsak da mutluluk dileriz size zavallilar. son golden sonra o duvarin uzerinde dusmeden nasil kalabildigimi hala hatirlamiyorum. gozlerimin onunde ankara, kayseri, antalya nerede olacaksa, oraya gidecegim playoff finallerine katilmamizi saglayan golu atan erdal'in gozyaslarini gormek son derece anlamli. o maymun yasin, isa'yi da alsin gitsin bu takimdan. tireli henry'mis. digeri de mekkeli isa mi?

to cut short;
yarin sabah istanbul'a geri donuyorum. ayni ev, ayni ofis, ayni insanlar beni bekliyor. ayni zaman araliklarinda sigara icip, ayni saatte uyanip, ayni saatte uyuyup, ayni pis havayi soluyacagim. cok ozlediklerim de var. alp soyle bir laf etmisti gunun birinde. buralardan uzaklasmak guzel gelebilir, dusunmek icin firsatin olur ve dusunursun ama unutma geri geldiginde birseylerin degismesini istiyorsan sen degiserek gelmelisin cunku etrafindaki hersey ayni kalacak.



ayni geliyorum ben, pazartesi aksami evde ne konustuysak, o halimle geliyorum. ayni sarkilari dinlemis, ayni sarkilarda, ayni hislere kapilmis, hayati ve aklindakileri dort gunlugune izmir denen orospuyla aldatmis bicimde geliyorum. yarin gun icerisinde neler hissedecegimi, aksaminda kendime baska bir kopeklikte kacis noktasi arayacagimi bilerek.

bu post'un sarkisi ne mi?

sahin kusa
kuzgun lese
ben degil bu dunya fahise...

22 Nisan 2009 Çarşamba

off to izmir

kaldırımlarla selamlaşmanın, rakıyı yudumlamanın, sarılmanın, güneşin tadını çıkarmanın, yıldızburnu'nun, dinlenmenin, düşünmemenin, denizden esen meltemle tüyleri diken diken etmenin, günah çıkarmanın, iş konuşmamanın, asmalı'dan kopmanın, aksoy'a sarılmanın vakti.



giderayak, 3 doors down'dan.

the open wound she hides
she just keeps it bundled up
and never lets it show
she can't take much more of this
but she can't let it go
and that's ok
she don't want the world

those words he never spoke haunt her life
the memories of all the times before
she tried to show him love
while he would only ask for more
but it's ok
she don't want the world

softly in her sleep
pictures of the life she's longing
for slowly appear
she's seen them all before
but somehow never quite this clear
she just smiles
she don't want the world

a brand new morning shines
as she wakes up alone again
this time to face the day
she swears there's time to make it
as she simply walks away
and it's ok
she don't want the world

21 Nisan 2009 Salı

dibine kadar



yazdim çizdim hayal ettim
sazla sözden ibarettim
arkamı döndüm emanet ettim
aklım fikrim kaynayınca
söz müzikle ağlayınca
kalbimi açtım ibadet ettim

20 Nisan 2009 Pazartesi

nowadays #4

o kadar direndimki masuniyet'in üzerine bir yazı daha yazmamak için. en güzel kelimeleri seçtim, masum bir dokunulmazlık hissini anlatmaya çalışırken. bu sefer oldu dedim, içimde yaşattığım varoluşu dogru kelimelerle ifade edebildim.

ruyalarla dolu bir haftaydı.
bir önceki postta oldugu gibi yaşamın hangi evresinin ruya, hangi evresinin gercek olduguna karar veremiyordum. gunduz fiziksel ve biyolojik uyanmam tamamlandıktan sonra yasadıgım hayatta mı yaslanıyordum yoksa ruyalarımın en tatlı yerinde sabahın altısında suratımda tebessumle ayıldıgım zaman dılımını mı yasıyordum.
iki ayrı ruh, iki ayrı hayat.

yasamak istediklerim ruyalarda gizli.
uyandıgımda yasadıklarımda degıl, kaldıgı yerden devam etmek icin kafamı yastıga gomup, uyanmamak istediklerimde. athena'nın kırksekiz dakikalık bir şarkısı vardı.

....
alışmak ne zor gelir yüzüme
uyanınca başlayan hayal
başıboş kimsesiz rüyadan
...

hasta başladığım hafta, italya'dan gelen bir haberle vücudumda alyuvarların teslim bayragı çekip, kırk dereceye yakın bir ateşle yanmamı saglıyordu. ben gittim ama bir yanım hep burada kaldının lacivertini yaşıyordum. burada kalmıştım ama içimin yarısı kopup gitmişti. hamdi bey'in son teklifi ben dahil herkesi şaşırtmış, her türlü kar eden ben oldugum için karar vermek zor olmuştu. istersen gel ama gelemezsen de bu kadar üzülmenin anlamı yok, hayat insana her an tebessüm edebiliyor diyordu. tebessümü rüyalarımdan baska bir yerde görmek beni şaşırtmıştı. sonrası bundan atmış beş sene önce yaşanmış bir hikayenin benzeri. hikaye can yücel ile gazi yaşargil arasında. insalık volume 2. oscar'da hakkı yenen benjamin button muamelesi görebiliriz belki hikayeyle ama en iyi yardımcı erkek oyuncu ödülüne üç tane adayım var.

"Liseyi birlikte okuyan "iki can" arkadaş, eğitimleri boyunca harçlıklarını biriktirdiler. Liseden mezun olduktan sonra Milli Eğitim Bakam'na gidip, yurtdışında okumaya gönderilmelerini istediler. Parlak notlarla okullarını bitiren gençleri dinleyen Bakan, sözüne başlamadan önce birini dışarı çıkardı. Odasında kalan gence "Seni gönderebilirim ama arkadaşım gönderirsem dedikodu olur. 'Oğluna torpil yaptı' derler. Bu yüzden onu gönderemem" dedi. Bakan oğlu babasının kararına boynunu büktü, "Madem öyle benim biriktirdiğim parayı da sen al. Hiç olmazsa amacımı kısmen gerçekleştireyim" diyerek yıllardır biriktirdiği tüm parasını arkadaşına verdi... Bakan, Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'di, dedikodu olur endişesiyle yurtdışına göndermediği öğrenci ise oğlu Can Yücel'di. Yurtdışına giden öğrenci ise daha sonra dünyanın en ünlü beyin cerrahı olacak Prof. Dr. Gazi Yaşargil..."

hayat tüm süratiyle devam ediyor.
perşembe akşamı bar tezgahı üzerinde yapılan stand-up'ımsı sunum, herkesin gözlerine oturtulan içten bir tebessüm. zaten her zaman bir rock star olmak isteyen ben değil miydim?




cuma günü sezen. alışılmışın dışında, o portlerin de hikayesini bir ara yazacağım.
cumartesi huzur.
pazar ise envanter hesabı.

rüyalar paradoksu içerisinde bir hafta. hangisi gercek, hangi ruh benim, hangisi rüya peki?

uykudan sonra

dünya üzerinde ölmesi emredilmiş insan nüfusu, dünya üzerinde yaşaması emredilmiş ruh nüfusunun iki katıdır. bu yüzden, her ruh iki insana aittir. ruhun birinden diğerine gitmesi için uyku şarttır. bir insan uyur ve diğeri uyanır. aynı ruh, yanlışsız biçimde iki eti de yönetir. ancak uyku ahengini kaybetmiş etler, ruhun zamanında yetişememesinden ötürü delirmeye mecburlardır. rüyalar, ruhun paylaşıldığı diğer etin yaşadıklarından kalanlardır. bilinçaltıysa, arada on iki saat farkın olduğu bir yerlerde yaşayan diğer etin bilincidir. buna göre, gece uykusuna yüz vermemek, ruha acı çektirmektir. ancak sadece acı çeken ruhlar dünyanın mükemmel olmadığını anlayabilir. seçme hakkı irade sahibine aittir. gerçeği öğrenmek adına delirmek ya da zamanında yatağa girmek. burası, ruh ortağıyla tanışmak isteyenlerin diğerlerine “iyi uykular” dilediği bir gezegendir.

her şey uykudan sonra başlar. siz uyuduktan sonra.

13 Nisan 2009 Pazartesi

masuniyet uzerine

hep olacak istirap
hayatin icerisinden su gibi akacak
elinin ustune koyuyorum elimi
dolunay isiltisinin altinda



Arzu, karsilikli oldugunda, dunyanin gidisini belirleyen tum oteki anlasmalara meydan okuyan ya da direnen iki kisilik bir sozlesmedir. Iki kisinin komplosudur. Yeryuzunun istirabini gecici olarak erteleme firsati sunmaktir otekine.

Her arzuda sefkat oldugu kadar istah da vardir, goreli oranlari ne olursa olsun bu ikisi baglidir birbirine. Gonul yarasi olmazsa olmazidir arzunun. Eger yeryuzunde hic yara almamis birileri bulunsaydi, onlarin arzuyu tatmadan yasadiklari soylenebilirdi.

Komplo, masuniyet adina birlikte bir mekan yaratmaktir; ister istemez gecici olan bu masuniyet insani bekleyen dinmek bilmez acilara karsidir.

Insan bedeni cesaret, zarafet, isve, vakar ve daha baska sayisiz hassaya sahiptir ama ayni zamanda hicbir hayvanin olmadigi gibi yaradilistan trajik bir konumdadir. Hicbir hayvanin olmadigi kadar ciplaktir. Arzu, arzulanan kisinin trajik konumuna karsi onu korumak ister ictenlikle, dahasi bunu basarabilecegine inanir.
Kaderidir bu onun.

Arzuda dogal olarak digerkamlik yoktur. Koruma istegi, masuniyet saglama cabasi kendini tum fiziksel ve hayali benligiyle vakfetmekten gecer. Bastan itibaren iki kisiye samildir ve eger masuniyet saglanabilirse bu ikisini de kapsar. Masuniyet, surenin kisaligini ve bu kisa surenin yarattigi tehdide bagli acilari fesheder.

Disaridan bakildiginda arzu kucuk bir parantezdir, onu yasayanlar icinse askinlik. Bununla birlikte her iki durumda da, oncesinde ve sonrasinda, gundelik hayat olagan akisini surdurur.

Arzu, masuniyet vaadinde bulunur. Oysa mevcut dogal duzenden masun olmak, gozden yok olmakla birdir ve arzu, en esrik aninda tam da bunu teklif eder.
Yok olalim!

yok artik anderson varejao



sakaysa cok komik
gercekse hic degil

11 Nisan 2009 Cumartesi

mavi kus ile kucuk kiz

bilirim insanlari sevmedigini..
icimdeki sicakliga ve damarlarimdaki alkole dayanarak yaradana siginip "son albumun herseyi bitirmis, kendini artik tuketme, mavi kus ile kucuk kiz" dedim, tum dislerini bana gosterip "olacaksa senin gibisi olsun" dedi.

seviyorum bu sehri...


bulutlar icice ve her an baska bir resim oluyorlar
baska bir adla, baska bir zamanda rastlasaydim demistim ya o gun sana
vazgectim, kacmak yok, soz bu kez,
cok guzel uyuyorsun diye yanimda
bak cok gevezeysem, hadi kapat cenemi
sozcukler ne ki duygular yaninda

yoksa yarin sabah uyanip ayilinca
utanacagim seyler soyleyebilirim simdi
ya da birak hazir acmisken kapilarini
kalbime biraz daha temiz hava girsin

yalanciyimdir biraz ama bana inan
sarhosken hep cok sahiciyim
yine fazla icmisim bu aksam da
cosmus kalbim of nal gibiyim.
sagir, kor, dilsiz, gorunur kalbim
ama bil, ben aslinda iyi biriyim

bilirim, cok kirlidir aslinda ask sicilim
sadakat konusunda da pek iddiali degilim
ama bu kez farkli olsun diye
sen denersen, ben de denerim

pek iyi olmadi sarki, bos vereyim
gel hadi ortacgil dinleyelim
sicakligini verirken sen bana
sizayim aniden kollarinda

cok dusundum kacayim diye ama dedim;
ne zaman anlasmis ki kalple beyin
ve hele ne zaman dusunsem seni
yaprak gibi tiriyorken kalbim..

9 Nisan 2009 Perşembe

savur hepsini okyanusa




bu reklamı kim çektiyse zihnine sağlık. üzerine bu şarkı da pas tutmaz.

rutin hayat bu en büyük girdap
dikkat et sempatik başlar
antipatik ama enteresan
alakam yok bunlarLAN...

8 Nisan 2009 Çarşamba

pierrot the clown



leave me dreaming on the bed
see you right back here tomorrow for the next round
keep this scene inside your head
as the bruises turn to yellow
the swelling goes down

6 Nisan 2009 Pazartesi

someone like me #2

vucudu iltihap kaplamis, elleri nasir tutmustu. eski yakisikliligini yitirmeye baslamis, kilo vermis, rolleri ve kulahlari bir kez daha degis tokus yapmistik. yakinda formalari da degistirecektik. atmis yasina merdiven dayamis, hayatin kendisine cizdigi rotaya itiraz etmeden, yeni bir yolculuga kanat cirpma hazirligi icerisindeydi. kacarak terk ettigi izmire bir kez daha donmek istemedigini anlatti dort gun boyunca. dinledim.

hakliydi, haksizdi, haksizdim. uc farkli tekil kullaniciyla cekilmis hakli olup olmama halleri. onlar mutluydular.

benimse vucudumda biraz daha yaralar cikmisti, kucuklukten suregelen tirnak yeme aliskanligim devam ediyordu, yasamsal bir zorunluluk olan yemek yeme aliskanligimi da inceden kaybediyordum. pek bir degisiklik yoktu acikcasi. onun kacarak terk ettigi izmir'in uzerine, ben de kacarken demir attigim istanbul'dan bahsettim.

dinledi. anlattim. dinledi.

birbirinin iki kati olan hayatsal periyodlar o kadar cok benzerlik gosteriyorduki, beni asil korkutan da bu.

anlatirken farkina vardim, hayatta herseyi ardina kadar konusabildigim tek insandi. sunum yaparken nelere dikkat ettigimle basladim, etiler-kanyon hattinda yururken dinledigim sarkilarla devam ettim, altay ile tavan yaptik, kadinlardan bahsederken anlamsiz ifadelere burunduk, arkadaslarimdan bahsederken birkaci disindakiler hakkinda olanlari dinlemis olmak icin dinledi, kalbinde nasilsa oyledir dedim o ne demek demedi.

ben dort ya da bes yaslarindayken pazar sabahlari kahvaltidan sonra pazara giderdik. pazardan iki uc torba amasya elmasi alir, kolumuza takar, dolmusla hayvanat bahcesine giderdik. bir torbanin icinde iki uc kucuk elma olurdu onlari ben tasirdim, kalanlari o. maksat benim de erkek oldugumu hissettirmesiymis biz de cocuguz ya yiyoruz o zamanlar. hayvanat bahcesinde o kecileri eliyle yedirirken, ben elmalari uzaktan atmayi tercih ederdim korkudan.

dort gun boyunca yillari eritirken benzer hikayelerle gozleri ve kadehleri doldurduk. kopukluklarimizin ve baglarimizin kuvvetliligi tezati uzerine kafa yorarken neden aradik hayata dair. ask cikti sandigin icerisinden. ben askla buyumustum, anne ya da baba sevgisi degil, nukleer bir ask ile. tek cocuk olmanin simarikligini askin gercegiyle mayalandigim icin hissetmedim. buyudugum askin kat sayisi yuzunden mutluluk kat sayim dusuk oldu. onlar tepkimeye girmislerdi ben etki gormeden cikmisttim. sonrasinda dogal seleksiyona ugrayip bu sekli aldim, aldik, aldi. ucuncu cogul cekiminin hakkini veremiyoruz artik hicbirimiz ama onlar hep bizim gizli oznemiz.

en guzeliyse hala konusabiliyoruz. hayat kimi nereye gotururse gotursun, hangi cati altinda tek basina yeni gune baslatirsa baslatsin, kaldigimiz yerden askla devam ediyoruz konusmaya, yasamaya. yasanilmasi gereken gerceklerdi hepsi, insanlik kilifinin icini doldurmakla mukellif gercekler. gerecekten.

5 Nisan 2009 Pazar

4 Nisan 2009 Cumartesi

dordu cumartesi



gunesli bir cumartesi sabahi.
son 200'e girerken hayat iki boy farkla onde. arkadan jokeysiz bir at koptu geliyor, omru hayatimda boyle bir yaris gormedim. sanirim yarisin sonucunu photofinish belirleyecek:)


photofinish sonuclari hazirlanirken the killers'tan bir morrissey cover'i dinliyoruz.
why don't you find out for yourself...

then you'll see the glass
hidden in the grass

1 Nisan 2009 Çarşamba