24 Aralık 2009 Perşembe

this part of my life....


sahne çok manidar.
pursuit of happiness'ı izlemeyen varsa, gitsin dvd'sini alsın da daha fazla kaybı olmasın hayata dair. yukarıdaki, aşağıya inse de pazartesiden bugune dek yaşadağım hislerimi, sustuklarımı kitap haline getirse, kutsal kitap olarak dağıtsa dünyanın dört bir yanına. OKU!!!

hayat ile başlayan kaç cümle kurdum blogta ya da karaladığım diger sayfalarda hatırlayamıyorum. kimi zaman cümle içerisindeki noktalı virgül, tüm akışı değiştirebiliyor. cümle olumlu sona eriyor. tıpkı düz yolda karşılaştığın bir sapak gibi. sapağı kaçırır ve düz gidersen sıçarsın, bir sonraki sapağa gelene kadar direksiyon başında uyuyakalırsın, düz yolda giderken öldü derler adama.

bu filmin en sevdigim cümlesinden yola çıkan bir post hikayem var aklımda. henuz hikayenin gelişme kısmındayım aslında. sonuç yakında, pek yakında...

18 Aralık 2009 Cuma

günaydın


twitter hacklenemez lan!!

5 Aralık 2009 Cumartesi

fuat yaman


Fuat Yaman'ın bu haftaiçi yaptığı açıklamayı aşağıya aynen koyuyorum. çok teknik adam geçti son 10 senede, dogma büyüme altaylı olanlar da dahil. hiçbirinden böyle bir demeç duyamadık. Yasin ve Merter topa vurmayı bu klupte ogrenmişlerdi ama onlar da geçen senenin ele başlarıydı. Fuat Yaman karakteriyle, oynattığı futbolla hepimizin sevgisini kazandı. ruhu olan, bizi diriltecek, egosuz, maç gününü heyecanla beklememizi sağlayacak bir teknik adam arıyorduk, bulduk.


''Biz para, pul olmadan hedefe gideceğiz. Bütün olumsuzluklara rağmen, beni bu kadar rahat konuşturan futbolcularım. Onların bu konuya yaklaşımı beni yüreklendiriyor. Geçen seneden daha sıkıntılı günler geçirmemize rağmen futbolcularım bu sene formalarını yere bırakmayacak. Belki de çoğu kişiye göre imkansız olanı gerçekleştireceğiz. Biz lakabı 'Büyük' olan bir takımın mensuplarıyız. Bugüne kadar verilen sözlerin yerine getirilmesini istedik. Ancak bir cevap alamadık. Gerekiyorsa desteksiz, başta yönetim kurulu üyelerimiz, futbolcularımız ve taraftarlarımızla her türlü maddi imkansızlığın üzerinden geleceğiz.''

20 Kasım 2009 Cuma

teenage dad on his estate



dün gece indirdim morrissey'in swords albümünü. beklediğim ses, beklediğim sözler. teenage dad on his estate şimdilik kulakta yankılanan ilk şarkı.
irish world acemedy'nin üzerine sempozyum düzenlediği bir gruptan bahsediyoruz. sempozyumun başlıklarından biri: “the ‘teenage dad’ and ‘slum mums’ are just ‘certain people i know’: representations of the working / under class in the works of morrissey" idi.
bu yüzden irish blood english heart'ı bağıra çağıra söylüyorum!!!

you become your parents' parent
and you love them
but you can't help feeling used
and you hate the teenage dad on his estate
because he's poor but he's happier than you
they're all laughing at you
you're a dipper, a slider, cart-horse provider
nobody cares about you
just as long as you're out there bringing it in
despising the grin on the face of the boy
with the methadone
he's happy so leave him alone
with his methadone
he's happy
so leave him alone

19 Kasım 2009 Perşembe

turkiye kupası



ziraat türkiye kupasında A grubundayız. ilk maç kadıköy'de fener ile, sonra eskişehir ile içeride, dışarıda tokat, son maç içeride antalya. fikstür güzel. istanbul'daki ilk senem, altay'ın süper lig'deki son senesiydi. o zamanlar karşıya geçmek bile lüx'ün daniskasıydı benim için, gidemedik dolayısıyla maçlara. son maçta güngören stadında 0-0 berabere kalıp, düştüğümüz maça gidebilmiştim. aradan geçen 6 sene zarfında kartal, güngören, ibb, istanbulspor, sarıyer deplasmanlarıyla sınırlı kaldı istanbul maç trafiği. ankara, sakarya, kocaeli, bolu deplasmanları da cabası. çok sevdik be abi!!!

GSH'ta milwall-west ham FA cup'ta eşleştiklerinde pete ve bower nasıl büyük bir coşkuyla haykırdılarsa, biz de kuzenle aynı coşkuyla aradık birbirimizi. kadıköy'deyiz 23 aralık'ta. takım için güzel fırsat, geçen sene gs'yi elimizden son iki dakikada yediğimiz gollerle kaçırmıştık. 90 dakika catenatccio'nun kralını sergilemiştik, o ayrı. o maçın hikayesini ayrı yazmıştım. fener maçı öncelikle heyecan olur, sonunda ne olur bilinmez. büyük umutlar yok tabiki ama christmas nedeniyle ülkelerinde olacak fenerin avrupa birliği olsun, önder ve deniz barış tandemi olsun... bakarsın thiago, burak, okan üçlüsü yapar bir güzellik.

Yıkılmıyoruz, Yıkılmayacağız!!!

tavanarasi


muzik kutusunun calmasiyla es zamanli, gece boyu gozlerimde suzulen bir dansa baslayan, tanimadigim ama tanirsam cok hosuma gidecegine emin oldugum, basinda sapka seklindeki tokasi, elinde sarap kadehiyle, onundeki brosurde yazanlari okuyan, kut sacli, gamzeli kiz...
serefe!!!

16 Kasım 2009 Pazartesi

antonio cassano




cassano, azzurri'ye cagirilmiyor diye Lippi'yi sorguya cekiyorlardi. hollanda macinda yakisiklinin biri sahaya girmis, cassano in nazionale yazili t-shirt'le. mactan sonra Buffon'a maca giren yakisikliyi sormuslar, gulmus. Lippi'ye de basin toplantisinda sormuslar, ben hicbir sey gormedim demis. bayiliyorum medyada yer bulan adamlarin polemige imkan yaratmamak icin kendilerini kandirmalarina.

15 Kasım 2009 Pazar

rüya'larda



dün gece gördüğüm rüya aslında tüm bu yazıyı yazdıran...

30 agustos zamanı dört günlük bir çeşme tatilim olmuştu, eğlendiğim, çeşme'yi farklı bir pencereden yaşadığım, tadının damağımda kaldığı. son dakikada çıkan bu tatil nedeni, önümüzde bizi bekleyen yoğun bir eylül olmasıydı. eylül'de bitmesi beklenen RFP'nin ekim ortasına kayması, ekim ortasıyla başlayan bir taşınma telaşı, sonuna tuz dökülüp, limon sıkılan dolu dolu on günlük tutunamayanlar karnavalının ardından geçen haftanın pazartesisi için hazırdım.

yorgunluk, fiziksel olarak vücudun belirli yerlerinde kendini hissettirmeye başlamış göz altı, diz kapakları, ayak bilekleri, kara ciğer gibi yerlerde ise renksel dönüşümler sergiler hale geldi. geçmekte olan ve halen bitmeyen, bitmeyecek hafta da sinirsel yıpranmalara sebep olup "ulan ben ne zaman o evde kitabımı okuyup, telepopmusik dinleyebilecegim" sorusuna cevap aratıyor. bir soru soruyorsun, onun cevabına ulaşmaya çalışırken bir yazı çıkıyor. rüya da katalizör olunca yazı akıp gidiyor.

düzensizliğin getirdiği sonuçların yarattığı bir düzen içerisinde "ben de varım" demektense, "tam bir sene sonra dünyaya bir göktaşı çarpacak ve hiç kimse kurtulamayacak, ne yaparsın" sorusuna "durup, beklerim" cevabını verirken, üzerimden geçen onlarca yaşamsal faaliyetin beni ne kadar durma'ya yönlendirdiğini düşündüm. durmayı isteyip de duramamak. ilerleyim arkadaşım!!!

kimi zaman düşünüp, yosun tutmuş insanlardan biri olmadığım için, halen birilerinin ayaklarını yerden kesebildiğim için, birilerine isyan edebildiğim için mutlu olurdum. şu iki günü düşünecek olursam; faik'in kinder misali cihangir'den çıkmasına sadece bir gün karşılık verebiliyorum, eskiden olsa bu haftasonunun altını üstüne getirip, vurur, kırar, severdik. dilek'i arayıp, akşam gelemeyecegimi söylediğimde sesindeki sitemi sezip, birşey diyemedim. bugun kayseri'ye avni'ye ziyarete gitti mumi'yle okay. ilk bileti alan da bendim gitmek için, gidemedim. onun da sıkıntısı var. bu sefer şirket, mirket anlamam demişti. yine yenik düştük. dün akşam dışarda salınışımı düşünüyorum sonra. farklı amaçlarla sokaklara kendini atmış insanlar, masadan duvara ellerinde kadehlerle savrulup dururken, üzerlerine dökülenlerden habersiz, gecenin ilerleyen saatlerine doğru kendileri afişe ediyorlardı. o ince çizgiyi geçmeyince insanlara karakter oturtabilmek daha kolay oluyor. herkesin adının yerine geçecek karakterler oturttum dün. pet şişe su içerisinde rakı içen yaşamamış salaklara, park halindeki bir vespa üzerinde oturup karşısındakine söylediklerini duymasını engelleyecek kadar basitçe kimlerin ona baktığını radarıyla yakalamaya çalışan küçük kıza, o soğukta mini etekle ve üstten beş düğmesi açık gömlekle hayat podyumunda volta atmaktan donarak gurur duyan muhteşem çifte, yanımdaki takım elbiseli adama, diğer yanımdaki amcaya, küt saçlarını tereddütlü gamzeleriyle tamamlayan yüce insana...
erken kararıp, geç aydınlanan güne dair sessiz bir isyan dolu içime çektiğim nefeste. dışa vermekte zorlandığım nefes ise rutin dinamiklerin soluk borumun şeritlerini daralattığı, cuma akşamı iş çıkışı bir köprü trafiğini andırıyor. içime sinmeyen bir akışa ev sahipliği yapıyorum.



yabancı bir otel odasında, normal ebatlara göre küçük bir çift kişilik yatakta, duvarlarının beyazlığı amerikan filmlerindeki otoban üzerindeki motelleri hatırlatan bir odadaydım. motelin yarattığı yalnızlık, daha yapılacak çok yol olduğunu bilmenin ve buraya gelene kadar bile yorulmuş olmanın verdiği ölümcül iç çekilmesiyle uyuyordum rüyam'da. yanıma o kıvrılırken uyandım rüyamda. önce beni her zaman mest eden gülümsemesini sergiledi, içimi eritti. elimi tuttu, sanki herkes bizi izliyormuş gibi utanarak ama ben seni anlıyorum ve yanındayım dercesine samimi. her güzel rüyanın sonuç kısmında uyandığımı bildiğim için, bu gerçek dedim rüyamda kendime, o anın değerini bilmek için. bunu çok iyi hatırlıyorum. gerçek misin der gibi, tuttuğum elinin bileklerinin sıcaklığını hissetmek istercesine parmaklarımı parmaklarına geçirdim. sıcacık yanımdaydı. gerçekti. o da hissetmiş olacakki, boynuma sarıldı. normal ebatlara göre küçük olan yatak bir anda, kalbimin katsayısıyla birlikte sonsuz bir genişliğe ulaştı. beraber uykuya daldık. sabah 9'u 10 geçe uyandığımda yanımda değildi. hepsi bir rüyaydı. esmer, kendine özgü duruşuyla mest eden, daha önce görülmemiş bir rüya.

rüyalar, ruhun paylaşıldığı diğer etin yaşadıklarından kalanlardır. her şey uykudan sonra başlar. siz uyuduktan sonra. demişti hakan günday günün birinde.

gene gene de bak içim sıcak
konuşmadan
gel uzan yanıma
bir kere kaybolsak
açık açık hissedelim
kaybedelim
sürüklenip derinlere
akıp gidelim...

konuşacak kadar yakın, uzanamayacak, kaybolamayacak kadar uzak. düzensizliğe renk katan yeni bir düzen, kelimeleri tanrılaştıran bir varlık...

12 Kasım 2009 Perşembe

hangimiz yemedik ki?



dialog 1/esas kisi
- isin var mi
- suradaki cerceveciye bir resim verdim, onu alacagim. sonrasinda eve kacmam lazim. istersen gel biraz konusuruz.
- hadi geleyim, ne resmi verdin
- gel. gormus olursun hem de
...
- sen kafayi yemissin
- hangimiz yemedik ki

dialog 2/kaptan
- yakisti ama degil mi baba
- yakisti tabi ama sen kafayi yemissin evlat
- hangimiz yemedik ki baba
- o da dogru

9 Kasım 2009 Pazartesi

ilk gece


yedi sene once bu zamanlarda bana bir recete yazsalardi icinde onlarca farkli ismin yazdigi. ev, aile, araba, motor, izmir, istanbul, dost, arkadas, sevgili, saglik, degisim, kariyer, para ve daha nice farkli isimler iceren. bugune getirseydi beni, kabul edip, recetede yazanlari kullanir miydim sorusunun cevabini gercekten bilmiyorum.

balans ve manevra filminda bulent kayabasi'in seda akman ile arasinda gecen 1 dakika 31 saniyelik bir konusma vardi, hayati ozetleyen. bayilirim. hayat oyle yerlere savuruyor bizleri, sonra oyle bir topluyorki. bize saskinliktan oturu agzindan akan salyayi silmek kaliyor sadece. ben tukurmeyi tercih ettim genelde, utanmadan. hayatin ortasina, kendi bildiklerimi tukurdum. zaman gectikce cemberin disina cikip iceride olup bitenleri gozlemlemeyi ogrendim. cemberin icerisinde arayip da bulamadiklarimi, bulup da sevemediklerimi, sevip de uzduklerimi izledim. ellili yaslarini suren, bugune kadar hayatimda en cok karsilastigim iki insana disaridan bakmaya calistim. onlarin gencliklerini yasadim. yasam nedenlerini inceledim, ukalalikti belki. yok olma sebeplerini aradim. var olma sebeplerimizi buldum. daha hafta basinda konusurken en son ne zaman ucumuz birlikte oturup yedik, ictik bunu bile hatirlamayacak kadar acitmis zaman bizi. unutturmus kimin ne konustugunu, hangi yemegi sevdigini. bundan bes sene once ikisi de daha yasliydilar. simdi daha gencler. cumartesi gece ikide asmali mescit'e cikip sokakta bira icen ikiliden bahsediyorum. iclerinde aslinda sonsuz yasam sevinci olup, kendi DNA'larina yenik dusmus, cok iyi insanlar olup, yasadiklari kimyasal tepkime ile dunyanin en kotu ciftine donustuler. tepkimeye girenler ile cikanlar bir olmuyor hayat denkleminde. tip kimi zaman bilim dali yerine turkce'nin guzelliginden faydalanip sessizligi getiren bir oyun olarak kullanildiginda daha anlamli oluyor.

dolu dolu on gun gecirdik. bir onceki kitalararsi yolculugunda ilk kez bu kadar mutlu donuyorum diyen adam bu kez daha mutlu dondugunu itiraf etti. kadin ise yedi sene once beni su anda evimin oldugu sokagin paralelinde, tunelde, gozu yasli bicimde istanbul cukuruna elleriyle teslim ettigini hic unutmuyor. nerelerden nerelere diyor bana. cok zor be anne.

artik kendime ait bir evim var ve bu gece ilk kez yalniz uyuyacagim. herseyi dusununce ben de sifreyi cozebildigimi dusunuyorum. en azindan simdilik. daha dingin, x+y=1 denklemine bolca kafa yoracagim, diliminin buyuklugunun onemi olmadan ucsuz bucaksiz diye adlandiracagim bir kapiyi actim. dorduncu katta, yuksek tavanli, ahsap dogramali, duvarlarinda ruhumun aynasini yansitan bir yerleskeyle karsilastim...

simply red'in dediği gibi: "after long, home is a place where i yearn to belong"

8 Kasım 2009 Pazar

giresun:3 altay:4


onceki gece tuketilen ickileri henuz vucuttan atamamisken limonlari dograyip tekila sisesini koydu sehpaya kaptan. hadi son gunum, mac da var iciyoruz dedi. bizde hayir yok tabi.

aninda yedik golu. esitligi yakalayip derin bir nefes almisken, lak ikiyi takti giresun. sonra bir anda 3 oldu. sinirler pert. bu anadolu'da her sene farkli sehirde boy gosteren teknik adamlarin en buyuk hatasi kim olduklarini, nereden geldiklerini bilmemek. levent eris, izmir takimlariyla oynadigi her macta cok agresif oynatiyor takimini ve mac oncesi sonrasi sacma demecler veriyor. ilk 45 dakika tiago ne zaman topla bulussa cift daldilar bizimkine. levent eris her golden sonra kendisine kosan oyuncularina sampiyon olmuslarcasina sarilip durdu. bizden yedigi kufurun haddi hesabi yok tabi. levent eris, gun gelecek sen de alsancak'ta rakini icerken, baligin kilciklari bogazina batacak.

devre arasi birseylerin degisecegine inandik biz. kaptana tarihi bir galibiyet izletip, oyle ucaga bindirmeliydi takim. 55.dakikada 3-3 yaptik durumu. bu takim dustugu seneden beri hicbir zaman boylesine savasmadi. gecen seneki sakarya deplasmani haric, orda da rakibin alt yapidaki cocuklarla dolu olmasi avantajimizdi. neyse, levent eris tek kelimeyle gote dondu gollerden sonra. ama dorduncuyu de atacakti bu takim, musa kacirdi, burak'in sutu direkten dondu derken lak penalti. o o o o o o tiagoooo!!! 3-1'den geri gelip deplasmanda maci 4-3 almak.
bu sene ankara'ya gitmeden cikacagiz.
fuat yaman'a helal olsun. 90 dakika kosan bir takim vardi yine sahada. gecen sene 12.haftadaki kasimpasa macindan beri deplasmanda yenilgi yuzu gormedi bu takim. burak calik her gecen gun daha iyi, 92 dogumlu musa cagiran adeta sov yapti. yigitcan her zamanki gibi savunmanin herseyi. tiago 89 dakika kaybolsun, 90'da oyle bir hareket yaparki herkes susmak zorunda kalir.

levent eris'in baya sasirdigi icin mac sonundaki demecte de sacmalamis. en fazla dort haftan var o takimin basinda, sonra yine izmir'e donersin.
"Ben teknik direktörlük hayatımda öne geçtiğimiz bir karşılaşmayı kaybetmedim. Özellikle 3-1 önde gittiğimiz bir karşılaşmadan 4-3 mağlup ayrılmaya akıl sır erdiremiyorum"

5 Kasım 2009 Perşembe

01:10


05 kasım'ın ilk saatleri olan 01:10'da beni uykudan uyandıran, gözlerimi saatlerce kırpamamama neden olan, geçen günleri bana düşündürten, bunny monroe'nun ölümüne yaklaştıran, yalnız yaşamanın zaferi mi bu dedirten, girişteki mutfak bankosuna dayanıp, loş spotun altında sigara üzerine sigara, su üzerine su içerek içimde söndürmeye çalıştığım hararet ne ise... ben bunları yaşarken birileri, bir yerlerde, birileriyle, bir şekilde, hayata dair zevkler, kopuşlar, dönüm noktaları, kırgınlıklar, mutluluklar yaşıyor ise...
benim de ortak olmamı istedi!

1 Kasım 2009 Pazar

istanbul tanpinar edebiyat festivali


edebiyatin da festivali mi olurmus demistim, oluyormus. istanbul tanpinar edebiyat festivali dun basladi (31 ekim), 3 kasim carsamba bitiyor. bugun 13'te bahcesehir universitesinde adam fawer var. olasiliksiz ve empati'nin yazari. benim icin en degerli kismi ise sali gunu simdi cafe'de gerceklesecek "Hare ile Edebiyat Kahvesi - Sehir ve Zaman" konseptli soylesi. alti yazarin yer alacagi bir soylesi nasil olacak merak ediyorum tabi. benim duyu organlarim tek kisiye yonelecek. altilida gunun bankosu Hakan Gunday.

asmali cenneti


asmali mescit daha once blogta asmali cehennemi olarak yer almisti cogu kez. kalabalik, gurultu ve hafizadan tasan gecelerden ibaretti asmali cogu zaman. gecen sene o koskocaman agacimsi seyi bu sokakta, bu apartmanin onunde saklarken buralarda yasayacagim hic aklima gelmezdi. hep isterdim ama icime sinerek yasayabilecegim bir dairemin babylon lounge'un karsisinda olacagi fikrine inanmak utopik gelirdi. hayat bu, olacak olan olur. onune gecilemiyor.

on gunun sonunda tamamen yerlesik hayata gecmis bulunuyorum. tek eksik televizyon yayini. bana kalsa zaten baglamayacaktim ama peder bey'in surpriz ziyareti sonucu yarin d smart, pazartesi de digiturk'culer geliyor. pazartesi aksami cakilacak iki civi sonrasi salon her kosesiyle 'oldu' diye bagiracak. hatiralarinda yasayanlar donarak olurler!!!

en son ne zaman ucumuz ictik?
peder bey'le su gibi akan 70'lik klubun uzerine kanyakla cila cekerken, bize gore az icen ama nispeten bizimle ayni seviyeye ulasan valide sultan da cevap bulamadi soruma. birak dedim o yuzden karisma, bu kanyak bitecek!!! iki duble kaldi dibinde. babamin surpriz gelisinin tek nedeni, dogum gununde gonderdigim hediye. cok sey vardi icerisinde, anladi yalnizca bana ait dort duvarin beni ne kadar mutlu ettigini. duvarlara saklayacagim hislerimi, gecmisimi, gelecegimi yansittim ona. o beni anladi... karsilasmalarimiz disinda cok uzun bir aradan sonra ayni cati altinda soluk alisverisimize yardimci oluyoruz. evimin simdilik birlestirici bir guc oldugunu soyleyebilirim acik yureklilikle. valide sultan da hayatim hakkinda bilgi sahibi oluyor biz peder bey'le konusurken. kendince yaptigi yorumlari, ev sahibi avantajimin yarattigi soguk kanlilikla cevapliyorum. degismiyor bazi seyler, dunyayi tersine dondurmek icin caba sarf etmek kadar buyuk sacmalik yok. don kisot'larin yerini ucuz sovmenler aldi artik.

yakuzaaa
soyle kardesim akif su sepete iki long island iki de mojito koysun bakalim. sen de su muzigin sesini biraz kis, saat kac oldu!!!

23 Ekim 2009 Cuma

dust of time



34 tane biletim olan film ekimi'nin son üç gününde şahsen iki bileti kullanabildim. festival haftası taşınınca böyle oluyor. valide sultan'la filmekimi'ne gitmek de ayrı bir histi. önce emek sinemasının tavanını inceledi, sonra havasızlıktan boğuldu, 21:45 seansının getirdiği uyku katsayısıyla da esnemeleri sessiz salona renk kattı. dust of time kürk mantolu madonna çakması bir filmdi. hani kitaptan esinlenip, kitaba baglı kalmadan senaryosu yazılıp, çekilen filmler vardır, onun gibiydi. yıllarca unutulmayan kareler sahnelendi.

sekizinci senesine girilen istanbul yaşam diliminde büyük, küçük değişiklikler oldu. ilk iki sene canım, dostum deyip geçiş sürecinde doyasıya konuştuğum insanların bazılarını şimdi yolda görsem tanımam. karşı cinsle ilişkilerde de benzer durum söz konusu. özetle, kendi resmi resmiyle barışık, küs eskisiyle ve eski sevgililerin hepsiyle bir durum söz konusu. zaman geçtikçe insanları tanıyorsun. erken güven duygusuyla yaklaşmak kimi zaman seni yenik duruma düşürüyor. karşı taraf da magdur olmuyor degil. iki tarafın da kazandığı bir oyun ne yazıkki henüz bulunamadığı için atan galip, yiyen maglup stratejisi ile maça başlamak her zaman saglıklı. aksi halde kazananın adı tarih sayfalarında altın harflerle kazınıyor.

dust of time da böyle bir filmdi.
kaybedenle kazananın aynı kareye sığdığı, sonunda ikisinin de hayatta kalarak ve unutmayarak kazanan ilan edildiği bir film. bana kalırsa ikisi de kaybetti. ömrün boyunca sevdiğin bir kadının yanında sadece figuran olabilmek. ya da hayatı paylaştığın kadının sol atardamarlarından pompalanan kanın başka biri için vücudunda dolaştığını bilmek. ne kadar saçma, ne kadar küçük düşürücü. bir kalbi ikiye bölmek, bölebilmek... bunun üzerine hayat kurmak... hadi canım sen de, kimi yiyorsunuz.

yönetmen Theo Angelopoulos'un filmi çekerkenki hisleri hakkında bir cümle ile bitiriyorum yazıyı. çok net.
and my every attempt is a wholly new start and a kind of failure because we only learn when we no longer have to express ourselves. And so each new venture is a new beginning in the general mess of imprecision of feeling. Undisciplined squads of emotion. A raid on the inarticulate.
To recover what has been lost, and found, and lost again. To recover…
In my end is my beginning.

13 Ekim 2009 Salı

tıssss



bu ne biçim hayat böyle. yeter, yeter diye haykırmak istiyorum. bu tempoya bir dur demek lazım. pazar, pazartesi gecesi patlayan adamdan ne kadar hayır gelir. yorumda bulunmak için yeterli bir sebep. tüm yazın yorgunluğu var. bir yanım da artçı hoşnutluklar yaşamıyor değil bu durumdan.

advil hayat kurtarır, hiç ilaç içmem ama. iyi ki dogdun advil.

nowadays #7

sustugumuz gunler oldu. yutkunurken, bogazimiza dugumlenen cumleler.. kimseler kirilmasin diye saklanan cumleler. gecmise dair haksizliklarin, gelecege yonelik ic cekislerin envanterini kendi icimizde tutup da cok sustuk.

biz diye bir kavram vardi eskiden.
biz demek uc, bilemedin bes kisiden ibaretti. onlarin asla degismeyecegini dusunurdum. hayatin ruzgari hangi yonden eserse essin egilmeyiz sandim. yanilmisim. suyun dibine inip de deniz kabuklarina dokunamadan bogulduk biz. halbuki denizin dibinden buldugum kabugu, suyun uzerine cikardigimda karsimda tuzdan kizarmis gulumseyen bir cift goz gormek istiyordum ben. dedim ya, bogulduk biz.

dalgalanmak istemedigi icin dil, titresim yaratmak istemedigi icin... sustuk biz. beynin sorumluluk duygusuna yenik dustuk, cok isterdik dilin kemigi olmasin, sozun muhasebesi tutulmasin... sustuk biz. daha fazla calamadigimiz icin hayattan, daha fazla cirpamadigimiz icin dunyayi...

8 Ekim 2009 Perşembe

kelimeler

boylece, aslinda hicbir zaman hicbir yere gidilmiyor da, yalnizca gidilmis gibi olunuyor. ancak kelimelerle gidiliyor ya da kalinacaksa kelimelerle kaliniyor, kelimelerle yasaniyor, kelimelerle gulunuyor, kelimelerle aglaniyor ve sonunda gene kelimelerle kos kos geri donuluyor ama ben merdiven basamaklarini kendi ayaklarimla indim bu gece, kapiya kendi ayaklarimla ciktim, sehri kendi gozlerimle gordum, derken bir taksiye bindim ve tipki kendim gibi dogruca o serserileri, ayyaslari ve uckagitcilari bulabilecegim yerlere gittim...

zaman

yolun zorunu yurumustum ben tanistigimiz zaman
sen dalgalanmaktaydin elvan elvan
o yuzden tam olarak hissedemediysen icimi
hala kulagimda cinliyor alayci kahkahan...

1 Ekim 2009 Perşembe

wake up, september ended


agustos sonundaki çeşme tatilimin sebebi eylül için enerji toplamaktı. klasik bir çeşme tatili sonunda istanbul uçağında damarlarımda birbirinden farklı ismi olan, alkol oranı yüksek, beş tip beyaz sıvı akıyordu. kolası ayrı. yorgun dönüyordum. o pazartesi işe geldiğimde çaldığım ilk şarkı green day'den wake me up when september ends'ti. social media engagement'ı yaşıyoruz ya, hemen facebook'ta status'e de çakmıştım. eylül'ü geride bırakıp, ekim'i ofiste karşılamamın nedeni bütün eylül uyuyup şarkının hakkını vermek istediğimden ekim başında uyandığımdan değil. eylül'den yorgun çıkıyorum. ekim'e kadar değil derken, ekim de geldi.
hoşgeldin ekim:)

30 Eylül 2009 Çarşamba

bu masada ipod grevi vardır!!!



geçen sene bizim altaylı oyuncular paralarını alamadıkları için 31.hafta yendikleri maç sonunda formaları çıkartıp sahanın ortasına bırakmışlardı, ligin bitmesine az bir süre kala, altı yıllık hayalin gerçeğe dönüşeceği günlerdi. ben forma giymiyorum ama bu aralar pek formdayım. konuştuğum her kelime aleyhimde delil olarak kullanılacagı için susma hakkımı kullanıyorum, kulagımda ipod'la. bayadır ilişkiye girmiyorduk kendisiyle. o da formda bu aralar.

bu adam gitti gider
yorgun argın
usulca buradan göçer

anlamadığım konu ise bir insanı aptal yerine koyabilirsin. karşındaki ses çıkartmadıkça gerçekten aptal olduğunu da düşünebilirsin. ama gözüne sokarcasına demeçlerde bulunursan, fıstıkçı şahap ile hiç tanışmamışsın demektir. aptal'a bir bakmışsın abdal olmuş, veda dizelerini fısıldıyor kulağına...

hepinize iyi çalışmalar

28 Eylül 2009 Pazartesi

eylul'de gel


gelmeyen ocak, ugursuz subat, bahardir mart, yavsayan nisan, ayriyiz mayis, yaza hosgeldin haziran, sahtekar temmuz, son demler agustos... eylulun son pazari... susma konusalim dersen ona da evet, sus soru sorma, susma sustukca kimse seni duyamaz... sus - ma, sus - ma... susssss - maaaa... SUS - MA....SUSSSS... MAAAA...

dunya bu dunya, susmadan, konusarak yasamak lazim... paylasmak, konusmak, gormek, isitmek, duyarli olmak lazim... hepsi sinirinda ama... almadan vermek, dinleyip konusmak, farkina varip gormek, hissedip paylasmak lazim... utanmadan, samimi sekilde...

sarki asagida.
gunde tek doz the smiths. yan etkileri insani uzer.
selam olsun...

hand in glove
the good people laugh
yes, we may be hidden by rags
but we've something they'll never have

25 Eylül 2009 Cuma

black&white


Manchester Derby

çok efsane maçtı. izmir'de spormax yok diye izleyemedim. futbolun 90 dakikadan uzun sürdüğünü kanıtlayan örnekler, hayatımın domino taşlarıdır.

city'nin iki senedir har vurup harman savurarak yaptığı transferler sonrası manchester derbisi daha ateşli bir hal aldı artık. geçen sene Oasis'in City'li solisti Noel Gallgher "I always kind of knew that 40 years of loyalty would be repaid somehow and I always knew that a day would come when we stagger everyone in football. It'll be nice to know that every gallon of petrol a Manchester United fan buys is going into our transfer kitty." demecini vermişti.

Manchester City bu seneye Tevez, Adebayor ve Cruz transferleriyle çok iddalı girdi. haftasonuna kadar 4'te 4 ile gelen City, hafta başında derbiye hazırdı. United'a oranla şehrin merkezine hakim olan City, dört bir yanı Tevez görselleriyle giydirdi.






Türkiye'de bir takımın benzer yollarla rakibine mesaj gönderdiğini ve sonrasında olacakları düşünüyorum. hadi geçtim, üç büyükler arasındaki bir derbiden önce bunlar olsa. bjk-fb maçı öncesi İnönü'ye doğru giden yolda Nobre ve Rüştü'lü görsellerle "cehenneme hoşgeldiniz" yazsa. birileri ölür.

özellikle aşağıdaki görsel son derece manidar. hem Owen'ın sakatlığına gönderiyorlar, hem de Old Trafford'un Manchester'ın sırtlarında olmasına giydiriyorlar.



son gülen iyi güler, öyle olmaz böyle olur, erken öten horozun başını keserler gibi sözlerle durumu açıklayabiliriz. Manchester United, Owen'ın 90+6'daki golüyle maçı 3-4 aldı. ilk kurşunu sıkan city, tabiki cevabını aldı bu hafta. United'ın Manchester'ı donattığı afiş ise aşağıda.



sense of humour mı, rekabet mi, işte premier lig bu, futbol asla sadece futbol değildir mi denir, ne denir bilemedim. tek bildiğim bu sporu sevdiğim.


edit: görseller thespoiler.co.uk'den

patrick swayze



severdim patrick swayze'ı, benim aklımda tek bir filmi var. ghost, dirty dancing degil tabiki de. bayıla bayıla film nasıl izlenir sorusunun cevabını patrick swayze'ın road house'unda yaşamıştım ilk kez. cnbc-e'de denk gelmiştim bir yaz akşamı. film 1989 yapımı ama ben izleyeli altı ya da yedi sene geçti üzerinden. o zamanlar 2002 model bir ogan piyasadaydı ve tek parça sinir olarak dolaşıyordu. üzerine towerrecords'tan getirmiştim filmi, sıkılınca izlerim halen.



kaptan da oynuyordu filmde, sam elliot.
ne kadar da çok sana benziyor demiştim kaptana, filmi beraber izlerken. o zaten ezbere biliyormuş filmi, arkadaşları da sam elliot'a benzetirlermiş onu gençliğinde. yakışıklı adamdı kaptan. hala da öyle.


Patrick Swayze from Road House;
"I want you to be nice...until it's time to not be nice."

24 Eylül 2009 Perşembe

x+y=1



izin kavramindan haberim olmadigi gunler oldu. evden erken cikmak, eve gec gelmek gibi, altinda zarfiyla birlikte bir yerden bir yere ulasmak anlamlari yatan rutin yasamsal hareketlerden haberim yoktu. insanlarin bu yonelmeler sirasinda, yonunu kaybedecek kadar agirliklarla yolculuk ettikleri ise asla aklimdan gecmedi. kendi dunyamda varligina muhtac oldugum iki kisi vardi, onlardan baskasinin adini aklimda tutmuyordum. onlarin etrafinda ise her kosesi tonlarca soru isaretli cumle ile birbirine baglanmis orumcek aglari oruluydu. herkesin oyle zaten. su anda benim de...
yillik izinde hep beraber tatile gidilirdi, o birlikteliklerle beraber soru isaretleri de izne ayrilir, birbirine bagli olan aglar bizi bir butun haline getirircesine sarmalar, unutulmayacak hatiralar yasamamizi saglardi, tek bir vucutta, tek bir karede.

bunlar fasa fiso.
birliktelik tabiki guzel eylem ama mutlak beraberligi saglayabildikten sonra. ben bu birliktelik eyleminden daha yavas ilerledigim, ilerde de giyersin mantigiyla hep besleme birliktelikler giydigim icin mi, yoksa yatagin alanindan kucuk bir carsaf uzerinde uyumak zorunda kaldigimda, bir kosesini kapatirken diger kosesinden aciklar verdigim icin mi bilemedim, mutlak beraberligi hissedemedim.
tam hissettim, diger ucu acik kaldi yatagin.

tumden geldigim icin,su an yasadigim bencillik cemberini nispeten genis tutabiliyor, kapsamam gereken ozellikten yana cemberimi istedigim sekle sokabiliyorum. benden cevap beklenen yerlerde susma hakkimi sonuna kadar kullaniyorum. konusmaya deyecekse yorulmak lazim kelilemeleri anlamli bir siraya dizmek icin. gelinim yerine kizima soylersem de kizimin diziyle bana girmesine hakki vardir diyorum. ben kiz olsam girerdim.

insan hayata dair yonelmeler sergilemek zorunda kaldigi bir labirente girdigi zaman, omuzlarindaki inhibitorlerin daha bir farkina variyor. fuleli adimlarla ilerlemek isterken, bir sonraki pozisyonda bos kaleye topu yuvarlayamiyor. sabir istiyor bazen tum hucreler. vucudunu ayakta tutan milyarlarca birim tek bir agizdan haykiriyor. bu haykiris kimi zaman uc dakika, kimi zaman yirmi sene suruyor.

sabir+bencillik=1 esitligini saglamak lazim bu hayatta. baska bir islem ya da degiskenin yeri de yok zaten bu esitlikte. bu birliktelik mutlak beraberligi saglayacaktir.

susmalardan ibaret bir bencillik, sabir katsayisinin yukselmesine ve sinirlarin zorlanmasina neden olur. kafayi yedirtir, esittirin saginda bir anda sonsuzluk isaretini yazdirir.
yeniden kurulum gerektirir!!!

23 Eylül 2009 Çarşamba

ne ki



şimdi gelecek
sana bahar yeniden
bırak, bilme, ne

ne bil, ne bilme
gelsin hepsi yeniden
sen bilmeden
hiç...

18 Eylül 2009 Cuma

off to izmir




yollar izmir'e dogru... cesme'si de var...
eylul'de cesme, istanbullu olmadan ne de guzeldir simdi.. cankus'la arabayla cikiyoruz yola az sonra, dort ipod'la. hepsinin yeri ayri... bizim yerimiz daha ayri... cumartesi maria puder'i ziyaret ediyoruz yerinde. ayagimiza kadar gelmis, ihmal etmek olmaz. bu gezide biri ölür.
play'e basiyorum, yolun ilk sarkisi... bagirmaya, kudurmaya, haykirmaya gidiyoruz!!!

balın yanından
bademin tadından
tazenin ardından
yollara düştük biz

tozun içinden
göğün üstünden
dumanın altından
yollara vurduk biz

bağırmaya, kudurmaya, haykırmaya
geldik, geldik, geldik, geldik...

17 Eylül 2009 Perşembe

palermo shooting


yasasin surrealizm!!!
kandirdin, rol yaptin, hayalinin pesinde kostun, kazandin, gerekirse insanlari ezerek bir yerlere geldin diyelim. yoruldugunu hissettigin zaman ne olacak... nabzini çenende hissettigin bir anda şalter inerse ne yapacaksin... tum bu hayallerin, hirslarin, amaclarin, gereksiz soz verislerin ne kadar bos olduguna dair şimşekler cakacak zihninin tam ortasina... o zaman herşeyi birakip gitmek... eşinden, işinden, kendinden sıkılıp, susmak... ufuk cizgisini de asacak derin noktalarda hayatı saklamaya calışmak... yaşamayı hayal bile edemedigin zevkleri tatmadigin icin, aklina cagirmadigin icin pasadokslar icerisinde kaybolacaksin... o zaman ruyayla gercek kesisim kumesinin elemanlarini saymaktasindir...

bu yazi hangi kafayla yazilir?
tum senaryonun dondugu sahnenin kulaklarinda zach'in sesinden bir postcards from italy, son sahnesinde de Beth Gibbons'in mysteries fisiltisi yayiliyorsa icime izledigim bir filmden sonra, bu yazilar yazilir. ozellikle film yukaridaki yazi hakkindaysa.
hadi bakalim...

9 Eylül 2009 Çarşamba

8 Eylül 2009 Salı

diego armando maradona

- kısa bir ara -

maradona'nın dört tane dövmesi var. sağ ve sol kollarının dirseğinin altına denk gelen kısımda, içeride çocuklarının ismi yazıyor. giannina ve dalma. maradona'nın diğer dövmeleri ise güney amerika'nın özgürlüğü için savaşan iki kişiye ait; sol omzunda Che Guevera ve sağ bacağında Fidel Castro. yeni bir dövme yaptırmaya karar verdi kendisi. eşi hamile olmadığına göre, yeni dövmesini tahmin etmek çok zor olmaz!!! açıklaması aşağıda.



Argentine soccer great Diego Maradona wants to add an image of Venezuelan President Hugo Chavez to his well-known collection of tattoos of leftist leaders.

"I'd like to get some sort of Chavez tattoo, really,"

to do

- aksoy'un son yıldızı kürk mantolu madonna
- almak vs vermek
- adana demir - livorno
- akıntıdaki dörtlü
- kings of convenience'ın getirdikleri/görtürdükler

bu perşembe geçsin, hepsini yazacağım.
çok birikti.

5 Eylül 2009 Cumartesi

yaralar derin

ipod'un değişmez şarkılarından biridir. duman'dan helal olsun, benim canlı performansımın da izlenmesi lazım. haşmet babaoğlu ise, 2002 yılında izmir hakkında yazdığı bir yazıdan sonra her sabah sektirmeden okunan bir yazardır benim için.

istanbul'da yazın son sıcak cumartesisi yaşanırken, ben klimanın çalışmadığı ofiste, terler içerisinde, arada bir kendimden geçerek, bana bişilmiş görevlerimi yerine getiriyorum. haşmet babaoğlu'nun bugünkü yazısı dudağımın kenarına kekremsi bir tebessüm yerleştiriyor, ulan diyerek cümleye başlıyorum, bu virgülden sonra kesiliyor içimdeki ses, gerek yok isyan etmelere... daha dün beraber bağırdığımız günlerin bizi nerelere getirdiğinden bahsettik kemalito'yla. insanların atamadığı çığlıktık kimi zaman biz... öyle bir özetlediki hayatlarımızı, ayrı bir post konusu olsun. selam olsun kinyas ile kayra'ya...



Ruhum terası aydınlatan mumların arasında bir hayalet gibi dolanıp sanki rüzgârıyla bir ikisini söndürüveriyor!
İçimden bağırmak geliyor; uzun masanın çevresindekilere bakıp "Yaralar deriiiin" diye bağırmak...
Mağrur ve tek bir rock çığlığı...
Duman'ın solisti Kaan gibi...
O sarsıcı şarkıları "Helal Olsun"daki gibi hani... "Yaralar derin, seneler kadar... açılın geri.." diye bağırmak...
Çünkü...
Kimisi görünürde kabuk bağlamış, kimisi hâlâ irinli...
Bazı insan sık sık gösteriyor, bazısı ölünceye kadar saklıyor.
Ama yaralar derin açılmış! Bu kesin!
Hayat da böyle bir şey işte! Tam da gerçeği bütün ağırlığıyla fark ettiğimizde bir bakıyoruz ki, keyifler gıcır, muhabbet güzel.
En iyisi, diyorum.
Terastaki karanlıktan faydalanıp ortalıktan kaybolayım...
Öyle yapıyorum.

27 Ağustos 2009 Perşembe

gunes



güneş; yorgun bir gecenin devamında, önünü kesmeye çalışan, mevsimini hak etmeyen bulutlar arasından ve işbirlikçi renkdaş plazaların arkasından, kendi bildiği gibi doğmaya başlıyor.

what is there to know
all this is what it is...

vals

son 22 saattir aynı koltukta oturup, havayla temasta bulunmadan, excel senin, powerpoint benim, brief onun, P4 bunun, budget hepimizin diye globalleşmeye devam eden dünyanın emlakçısı olan reklam endüstrisine hizmet veriyorum. bir önceki cümlede geçen tümleçlerin hepsini hayatımdan çıkartmayı ne kadar da çok isterdim oysa. daha şanslı doğabilseydim, kendi şansımı yaratmaya çalışmasaydım. ben yol, su ve elektrik peşinde değilimki. taşları birbirine sürterek kendimi ısıtmak istiyorum. işim bittiği zaman da tükürürek söndürürüm. ama ne yazıkki o reklamda olduğu gibi levent'teki ofisimden çıkıp, etiler'deki evime doğru yola koyuluyorum birazdan.
son derece korkutucu bir gerçek.

26 Ağustos 2009 Çarşamba

25 Ağustos 2009 Salı

2:57



i had never really known you,
but i realized that the one you were before,
had changed into somebody for whom
i wouldn't mind to put the kettle on.
still i don't know what i can save you from...

west ham vs millwall



en son 2005 nisan'ında yine kupada karşılaştılar. millwall 1-0 almıştı maçı. iki sene önce kafayı çok kırmışken uksoccershop'tan west ham'ın 30'larda giydiği retro formasını getirtmiştim, şimdi balkon brandası. karşılaşma bu akşam 21.45'te, yayınlayan televizyon yok, justin.tv'nin yolları taşlı. meşhur blowing bubbles'ı da yazalım bitsin. let's go fucking mental ulan.

i'm forever blowing bubbles
pretty bubbles in the air
they fly so high,
nearly reach the sky
then like my dreams
they fade and die.

fortune's always hiding
i've looked everywhere
i'm forever blowing bubbles
pretty bubbles in the air.

UNITED!!!
UNITED!!!

What Your Facial Hair Really Says About You

Your facial hair (or lack thereof) can say a lot about you, but sometimes there's a difference between what you think you're saying with it, and what it's actually telling people.

The Full Beard


What You Think It Says About You: I have written, or am currently writing three to four novels and or screenplays. I think deeply about things, and sometimes I'll just sit and read, because I like reading. Yeah, that's something I do. Is your unkempt hipster vagina moist yet? Plus, despite what my emo-swoop haircut may suggest, I'm comfortable with my masculinity.

What It Really Says About You: a)I never got laid in high school, and used to get the shit kicked out of me, then suddenly realized that if I grew a beard, it hid my nerdy face, b)I've gotten so much poontang in my life that I'm literally TIRED of banging chicks. Now in an effort to see how ridiculous I can make myself and still get laid, I'm growing this. or c)Don't open a package I might send to you, and stay the F off my lawn.

Good For: Lumberjacks, the Unemployed/Homeless, Pyschos, Hipsters

Sentence Heard From This Person: "You should listen to this NPR podcast I downloaded."

Who Sports It:

20 Ağustos 2009 Perşembe

maradona by kusturica



filmi sabirsizlikla bekliyordum. bes gun izlemeden nasil sabrettim bilemiyorum. cumayi pazartesiye baglayan geceden olsa gerek. daha dun gece yazmistim hakkinda, film charles baudelaire'nin bir sozuyle basladi. bunlarin hepsi isaret.

"tanri hukmetmek icin varolmaya ihtiyac duymayan tek seydir"
charles baudelaire

emir kusturica'yi ne kadar seviyorsam, maradona'ya da o kadar taptim hayatim boyunca. duruslari belli; hayatini kurdugun idealler ugruna, toplum seni yargilamaya kalksa da sonuna kadar savasmaya devam et.

manu chao'nun sarkisi filmi o kadar tamamlamiski. sarki manu chao'nun 2007'deki albumu la radiolina'dan 13.sarki, la vida tombola.

turkce sozler asagida.
sol bacakta fidel, sag omuzda che dovmesi, daha ne olsun... ne olacak beni bu revolutionary halim...

eğer maradona olsaydım
tam da onun gibi yaşardım
eğer maradona olsaydım
herhangi bir kalecinin karşısında
eğer maradona olsaydım
şaşmazdım yolumdan
eğer maradona olsaydım
herhangi bir yerde kayıplara karışmış

hayat bir tombala
geceden gündüze
hayat bir tombala
yukarı daha yukarı

eğer maradona olsaydım
tam da onun gibi yaşardım
binlerce havai fişek binlerce dost
ve yüze bin veren
eğer maradona olsaydım
mondovizyon'a çıkardım
fifa'ya kafa tutmaya
çünkü en büyük hırsız

hayat bir tombala
geceden gündüze
hayat bir tombala
yukarı daha yukarı

eğer maradona olsaydım
tam da onun gibi yaşardım
çünkü dünya bir toptur
derimiz nüfuz eden
eğer maradona olsaydım
herhangi bir belanın karşısında
asla şaşmazdım yolumdan
eğer maradona olsaydım
ve bir de kazanılacak bir maç
eğer maradona olsaydım
herhangi bir yerde kayıplara karışmış

hayat bir tombala
geceden ündüze
hayat bir tombala
yukarı daha yukarı

19 Ağustos 2009 Çarşamba

sarhos olun


aylardan agustos...
blog bombos, clark kent de superman de kendini buldu bu ayda. gorunen blog yuzu agustos bocegi misali yatiyor ama hayalleri uzerine calisan bir karinca var madalyonun gorunmeyen yuzunde. karinca kararinca...

bu aralar okudugum bir adam var, charles baudelaire. asagidaki yazi da ender duz yazilarindan. 1800'lerde yasamis, basina buyruk, melakonlik, fransiz bir ozan kendisi. meshur eser birakan fransizlar globallesen dunyaya ait bir zaman diliminde yasam surselerdi ne halde olurlardi hep merak ederim. hicligin tadi siiriyle kesfettim kendisini, sarhos olun yazisiyla da birlikteligimiz son buldu.


her zaman sarhos olmali.
her sey bunda, tek sorun bu. omuzlarinizi ezen, sizi topraga dogru çeken zamanin korkunc agirligini duymamak için, durmamacasina sarhos olmalisiniz. ama neyle?
sarapla, siirle ya da erdemle, nasil isterseniz. ama sarhos olun.
kimi zaman bir sarayin basamaklari, bir hendegin yesil otlari üzerinde, odanizin donuk yalnizligi içinde, sarhoslugunuz azalmis ya da büsbütün geçmis bir durumda uyanirsaniz, sorun. yele, dalgaya, yildiza, kuşa, saate sorun. her kaçan şeye, inleyen, yuvarlanan, şakıyan, konuşan her seye sorun. "saat kaç" deyin. yel, dalga, yildiz, kus, saat hemen verecektir karsiligini. sarhos olma saatidir. zamanin inim inim inlettigi köleleri olmamak için sarhos olun durmamacasina!
sarapla, siirle, ya da erdemle. nasil isterseniz.

12 Ağustos 2009 Çarşamba

beirut - elephant gun



as did i
we drink to die
we drink tonight..

weah'a kemalito'ya selam olsun...

11 Ağustos 2009 Salı

onsoz


bazi eserler vardir yasantimda, ucuncu kisler tarafindan sergilenen...
dinledigimde beni mest eden notalar, duydugumda hayatimin evrelerinden kesitler buldugum sarki sozleri, paragraflarindan bana yasamsal kesitler hatirlatan edebi eserler, kokladigimda hatiralari geri donduren kokular, dijitallesen dunya ile yakinlastirdigim uzaklar.. hepsi anlik eserlerdir. unutulmalari mumkundur.

unutulmayacak virajlar vardir hayatimda...
momentumunu karsilayamayip sarampole savruldugum virajlardan beri, ehliyetim olmamasina ragmen el freniyle kotardigim donemeclerden geri...

benim noktali virgullerim de vardir, susarken yazdigim...

4 Ağustos 2009 Salı

mor ve ötesi - hayat

mor ve ötesi'nin 2001 yılındaki gül kendine isimli albümünün dördüncü şarkısının adı "hayat". hani itunes bir güzellik yapar ve repeat'e alınmış şarkıların arasından kulağınıza başka bir sesi fısıldatır ya. sarı lalerin arasında biten bir öksekotu gibi.



...
uğraş didin farklı şeyler yapmak için
üç kişi ya da beş kişi anlar
ve zaman, ve zaman farklı yüzlerle
bazen yanında bazen arkanda

yalan diye bir şey yok
gördük ama konuşmadık

ve hayat her şey yolundayken dur dedi artık
ve hayat herkes evindeyken dur dedi artık
ve hayat -ki canına tak etmişti- sus dedi artık
ve hayat

kırık düşler, aynı yalnızlık
öyle azaldık ve yıprandık ki
kafamız karışık, değişmek zor
dünya yıkılsa anlamazlar

create not hate

İngiliz reklam ajansı Quite Storm, create not hate adında bir oluşum kurmuş. Organizasyon, ingiliz çocuklarının yeteneklerini erken fark edip, onları ilgili kulvarda eğitmek amacıyla kurulmuş. Gençlik pazarları pub'ta içip, deplasmana gitmesin, serseri olmasın, eli silah tutmasın da topluma yararlı adamlar olsun istiyorlar. "bu gençler ne yapsın, kahveye mi gitsin" mottosuna söz hakkı tanımıyorlar. çocuklar özensin diye seçilen role model'ler var. özellikle fatboy slim cumartesi günkü performansından sonra anlamlı bir role model.



ensest ilişki

3 Ağustos 2009 Pazartesi

don't look back



yazın son sıcak ayı agustos'a girip, yeni bir pazartesiyi yaşarken, playlist'in kontrolü hala bendeyken... telepopmusik'ten don't look back.

sit still and close your eyes
what’s behind the other door
no more silence, don’t kill this thing we got called love
just searching for the perfect drug

when love comes calling
don’t look back
when love comes calling
don’t look away

and i’m standing over here
watching you over there
smiling, happy, unaware
life is spinning round
you’re going underground, forgetting who we were
let’s try and keep it just one more day

you take your love
and throw it all around
like it’s nothing special
just a sound
let me say one more thing
i don’t think you realize
that a day is like a year sometime

basit


biralari iciyoruz ve icerken işeyecegimizi biliyoruz. aldigimiz siviyi aynen disari veriyoruz, vucutta tuttugun surede kafan guzel oldu, oldu. bu kadar basit, aldigini veriyorsun, sen de arada hayatina dair sebeplenmeye calisiyorsun. aldim, verdim ben seni yendim kurali gecerli degil. aliyorsun, veriyorsun. takas. basit.

bugun ardi ardina siralanirken beni bile sasirtan kareler gozumun onunden gecerken, bir yerlerde birileri tatil yapiyor, uyuyor, tanisiyor, guluyor, mutlu oluyorlar. gun gelecek ben de birilerini oynayacagim ama bu kareler o zaman da gozumun onunde kalacak mi, yoksa bu kanal oradan hic cekmeyecek mi?

hic vs kice
- ikinci dovmeyi yaptiralim diyorum
- ben bi koluma 83-85 digerine de 83-01 yazdiracagim
- neden salak
- .....
- ha sen buna inaniyorsun yani

cok basit cok. yaralara pansuman yapmiyoruz artik.
"oynama kabukla, gecmez sonra yaran" cumlesini kac kere duymustum acaba kabartma dalinda sokak sanatina verdigim eserlerden olan kabuklarimı yolarken. yok farzediyorum o yarayi. bendenmis gibi davraniyorum. icimden bir parcaymis da kalbim onsuz atmiyormus gibi. ama o gunes gormek isterse icimde, hayatsal aktivitelerimi durdurabilirim yine de. hani senede iki gun ben buradayim diye hatirlatir ya kendisini. "biliyorum orada oldugunu, unuttum seni sanma sakin, dunya bir yana sen bir yana" bile diyebilirim mahcubiyetle. kendine mahcup duruma dusmussundur artik. iyilikten. hep vermekten.

alis-veris'te randimani saglayamazsak, bir yerden sonra denge bozuluyor. randimanli gitmiyor isler eskiden oldugu gibi. acik buyuyor. sonra playlist degisiyor. gerek yok, basit. etrafimizda olup biten her basit sey hayat tablomuza nakşettigine gore, ortaya çıkan eser de basit olmali en nihayetinde.